20 Ekim 2012 Cumartesi

Elbiseler

          Karanlığa uyandım. Hani bazı günler, çok mutlu uyursun, huzurdan kafayı yersin, işte öyle uyumuşum. Uyandığımda karanlıktı.  Hiçbir şey göremiyordum. Sivrisinek vızıltısı. Evet o beynimi kemiren vızıltıydı duyduğum. Bir de dışarıda görevini yapan, çöp arabası. Saatin kaç olduğunu çöp arabasından anlıyordum geceleri. Anladım, daha günün aymasına çok var. Hem de çok. Yummak istemedim gözlerimi önce. Karanlığa bakmak istedim.  Aklımda tek bir düşünce olmadan karanlığa bakmak.Sonra sızmışım, farkında olmadan. O sersem, uyku hali.

         Sabah uyandığımda gün ayalı çok olmuştu, hatta biraz öğleye yakın, güneşin yaklaşık 60-70 derece açıya ulaştığı saatler. Sağımdan kalkmaya dikkat ederdim hep. Bu alışkanlık olmuştu. Annemin sesini duydum kulaklarımda; "Ters tarafından kalkma." Böyle inanılırdı çünkü, ters tarafından kalktığında illa işin ters gider, kötü şeyler olur, evren sana belanı verir. Ergenlik dönemlerindeki asi ruh, bana her şeyin tersini yapmamı tembih ederdi. Söz dinlememeyi, karşı çıkmayı, kafa tutmayı. Ben de tersimden kalkar, "nolmuş bak böyle de işlerim ters gitmiyor, noldu evren bugün benimle uğraşmak mı istemedin?" der tersini yapardım. Korkmazdım önceden. Büyüdüm.Korkuyorum şimdi. Büyüdükçe insan, en çok 'korkak' olmayı öğreniyor. Bunun yanında da; dayatılanları yapmayı, görevini tamamlamayı, sorumlulukları sırtlanmayı öğreniyor. Ne garip şey, hayat. Yaşamayı öğreniyorsun, üzülmeyi öğreniyorsun, içinin cız edişini seyrediyorsun. 

         Aklımda bunlar varken, kalkıp bir duş aldım. Soğuk suyla. Titreyerek, iliklerimde hissederek soğukluğu. En çok kışı severim ben. Lapa lapa yağan karı da severim, çamura bata bata yürümeyi de. Kardanadam yapmayı severim, içime kaçan kar tanelerinin verdiği hazzı da severim. Kar topu oynadıktan sonra, içilen sıcacık kahvemi severim. Sütsüz, az şekerli. Sevilecek ne çok şey var değil mi?

         Gözlerim şişmiş, çirkin olmuşum. Aynadan yansıyan ifademe bakıp, mimiklerimi oynattım, hep yaparım bunu. Şebeklik benim işim. Eğleniyorum kendimce. Yalınayak dolaşırken, ayağıma bir şey batıyor. Canımı acıtan ufacık şey. Ufacık şeyler ne çok canımızı acıtıyor değil mi? Tokammış, ayağıma batan. Günlerdir bunu arıyordum ben de. 

        Odama girdiğimde, mistik bir koku. Pencereyi açmıyorum, günlerdir. Bulaşıkları yıkamıyorum, odamı toplamıyorum. Öylece duruyorlar hepsi. Etrafa dağılan, duygularmış meğer. Eşyalar değil. Dağınıklık, bendeymiş. Beynimin içindeymiş önce, sonra kalbimde. 

          Ayağım acıyor, fena batmış. Kimseye yakınamıyorum, " canım acıyor " diyemiyorum. Atıyorum köşeye acımı. Başka bir elbise alıp gardroptan, giyiyorum. Bu daha çok yakışıyor, hem. Hepsinden daha çok yakışıyor. Ya da ben öyle sanıyorum. Yeni aldığım çantamı takıp, dolaşmaya çıkayım diyorum. Vazgeçiyorum. Günlerdir, miskinliğe meyilleniyorum. Can çekişiyorum, günlerdir. Asıp gardroba tüm  elbiselerimi, gitmek istiyorum. Bavulum olmadan. Nereye olursa giderim. Yeter ki, gideyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder