29 Aralık 2012 Cumartesi

Ben


Bir rüya gördüm dün gece,
Bir odadaydım
Duvarları eski,dökük bir oda
Pencere vardı bir tane,
Perdesi sonuna kadar açık
İçeri giren güneş rahatsızlık veriyor
Güneşin gözümü almasını sevmem
Perdelerimi gerekmedikçe açmam
Bir şarkı mırıldanıyorum,
Kelimeleri yuvarlayarak,
Mecalim kalmamış gibi
Söylemekten vazgeçmiyorum ama
Bir el görüyorum,
Damarları görünen bir el
Tırnakları yeni kesilmiş
Bana uzanıyor
Tutuyorum
Çok soğuk
Ürperti veren soğukluk
Pencerenin önünde bir kedi,
Duvarlara sırnaşıyor
Koskocaman dünyada ben,
Oturmuş
Etrafı seyrediyorum

Zaman

           40'lı yaşlarındaydı kadın. Saçları, hayatın tüm yükünü taşımış.Tüm sorumlulukları, bir halat gibi ardından o saçlarla sürüklemiş gibiydi. Taranmamış, yıkanmamış, bakımsızdı. Ürkütücü bir o kadar tiksinç görünüyordu. Aynada kendine bakamıyordu, kadın. O çıplak gerçeklikle karşılaşmak, onun için korku filmlerinin, dramların en beteriydi. Üstü başı da, bir o kadar leş, kirliydi. Tırnakları, avuç içleri simsiyah olmuş, ağladığı zamanlar eliyle yüzüne dokunduğunda tüm siyahlık yüzüne bulanıyordu. Hangi zaman, ona bunu yapmış olabilirdi?

         Eskilerden, gencecik olduğu zamanlardan bir günü, hatta bir anı hatrladı. Tüm vücudu, tüm kan dolaşımı harekete geçmiş irkilmişti.

          Çarşafların deterjan kokmadığı, duvarların isli sarı renkte olduğu bir odadaydı. Kafasını çevirdiğinde, ağzını açarak uyuyan bir adam.Genç bir adam. Genç ve yakışıklı. Adamın ellerini çok iyi hatırlıyordu. Ellerinden geçen tüm damarlar ortadaydı.  Saçları, biraz dağılmış, yeni traş olmuştu sanırım, sakalları yeni yeni çıkıyordu. Adam yakışıklıydı, bir o kadar umursamaz. Adamı izlerken, ne yaptım? sorusu beyninde dolanıyor. Kafa tasına çarpıyor, çarpıyordu .

        Bu hissi ömrü boyunca, hiç unutamamıştı. Oysa çabuk unuturdu. Olayları, kişileri, kendini.. Bu hissi, unutamadı işte. Yıllarca, o neredeyse, bu his onunlaydı.

        Epeydir, kendini unutmuş kendini bilmez yaşıyordu. Doğada olan her varlığın, yaşama sevinci vardı. En azından neşeli görünüyorlardı. Neşeli ve ulu orta gülen. Ölmekten korkmazdı. Böyle, bu şekilde, bu yerde yaşamak.. Tahayyül etmekte zorlanıyordu. Ve ölüm, hepsinden daha güzel, daha kırmızıydı.

        Kırmızıyı severdi. Küçükken çok küçükken kırmızı, minnacık bir elbisesi vardı. Elbiseyi giyip, evin içinde dolaşırdı. Kendi kendine şarkılar söyler, dans ederdi. Onun da bir zamanlar taranmış saçları vardı. Dümdüz , upuzun ve yumuşak. Onun da bir zamanlar ifadesinde, nefret yerine çocuk masumluğu vardı. Tertemiz, kırmızı renkli, şirin elbisesi vardı. Yılmazdı, üzülmezdi. Aynaya bakıp, şarkı söylemeyi, şebeklikler yapmayı çok severdi.

      Bir zamanlar, ayna onun yakın dostuydu.


28 Aralık 2012 Cuma

Köprü

         Köprü var bizim orada, biraz yıkık gibi, 'bir ayağı çukurda' diye dalga geçiyorum her gün. Paslı biraz da. Köprüyü görünce, hüzün kaplıyor içimi. Bu köprü biraz mağrur, biraz yılgın gibi. Bir derdi var, ama anlatamıyor sanki. Yalnızdım. Ben, fazla yalnızdım. Köprüye gittim. Başımı sarkıttım aşağı. Biraz fazlaca. Derenin, güçlü suları suyun da güçlü sesi vardı. Rüzgar, bir iki damla su sıçratmıştı yüzüme. Saçlarımı izledim. Dalgalı saçlarım vardı benim. İri dalgalı. Rüzgarda uçuşuyorlardı, şimdi. Özgür kalmışlardı. Özgürlüğün, enfes bir şey olduğunu, saçlarımı izlediğimde fark ettim. Köprünün ayağına takıldı gözüm. Güldüm, sırıtarak. Gerçekten, bir ayağı çukurdaydı köprünün.

       Beynimin uyuştuğunu hissettim. Fazla kan gitti sanırım. Dünyayı, bu dereyi, köprünün ayaklarını, saçlarımı bu bakış açısıyla görmek güzeldi. Zaman zaman, boğazımda bir şey düğümlenirdi. Büyük, kocaman bir lokma gibi. Yutamazdım, kusamazdım onu. Öksürsem geçmezdi. Ciğerlerimi parçalayarak öksürsem de geçmezdi. Ben de durur, beklerdim. Düğümün geçmediği an, zaman durur. Yıllar yıllar geçmiş gibi olurdu. O şeyin geçmesine yakın, içim cız ederdi. Cız edişini hissederdim. Beynim uyuşmuş, boğazıma bir şey düğümlenmişti. Gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi oldu, içim cız etti sonra. Durdum bir süre.

        Ağlamak istedim ben. Bugün çok ağlamak istedim. Ağlasam, rahatlayacaktım. Hep derler ya "Ağla,rahatlarsın." Ben ağlayamıyordum, işte. Uzun zamandır, ağlayamıyordum.

       Köprünün ayağı yine gözüme takıldı. Baktım. Sonra saçlarımı savurtarak, kafamı kaldırdım. Ellerim pas olmuştu. Köprüye baktım. Elime şıp diye bir şey damladı. Ardından, oturdum köprüye. Paslı demirlerine, kafamı dayadım. Oturdum, ağladım. Köprü çok hüzünlüydü. O bana baktı. Ben sadece, ağladım.

Üstü Açık, Kırmızı Arabam

      Yanakları tam mıncırılmalık, 4-5 yaşlarında bir erkek çocuğuydum. Poposu çıkık yürüyen, tin tin ortalarda dolaşan bir çocuk. Yaramazlık yapmayı çok severdim. Annem kızdığında ise, utanır alev alev yandığımı hissederdim. O sıcaklık, benim utangaçlığımdı. Bir gün, yine annem komşumuza gitmek için hazırlanıyor bana kızgın tavrını takınıp, "Hadi artık, giy şu üstünü." diye bağırıyordu. Bense aldırış etmiyor, heyecanlar arıyordum.

        Koltuğun altına kaçan, kırmızı üstü açık arabam. Oyuncaklarımın içinde en güzel olandı. Yanıma annemi ve tüm sevdiklerimi alıp sahilde tur yaptığımı, rüzgarın saçlarımı savurduğunu düşler heyecanlanırdım. Bir de hız yapardım. Vites geçişlerimi filan hayal eder, mutlu olurdum. O zamanlar araba kullanmayı bilmiyordum ama, Recep amca araba kullanırken izlerdim onu. Hem de pür dikkat. Gözlerimi pörtletir, imrenerek bakardım Recep amcaya. O sürerken, ben sürüyormuşum gibi hissederdim. Recep amcadan öğrendiklerimle, araba kullanmayı az çok biliyordum işte. Ve hep anneme, "Büyüyünce, çok iyi araba kullanacağım." derdim.

        Kırmızı üstü açık arabam, koltuğun kırık ayağına takılmıştı. Annem, her allahın günü "Başımızda bir adam yok ki, evdeki eksiklerle ilgilensin." der dururdu.

          Arabamı almak için eğildiğimde, elimle kaygan bir şeye dokundum. Aldım. Üzeri tozlanmış bir fotoğraf. Aldırış etmeden, üzerindeki tozları sildim. Fotoğraf soluktu. Baya eskiydi, sanırım. Bir adam vardı. Bir sürü bıyığı, sert bakışları vardı. Ama gençti daha.  25-26 yaşlarında en fazla. Yakışıklı bir amcaydı.

         O fotoğrafı aldım. Önemseden, fırlattım bir köşeye. Çünkü o an, kırmızı üstü açık arabama ulaşmış hayallere dalmıştım bile. Hayaller çok güzeldi. O fotoğraf gibi hafif soluktu. Bazılarının üstü tozlanmıştı. Ama hayaller güzeldi. Her gün dua ederdim. Üstü açık kırmızı arabamla tur atmak için. Hayal ederken, hissederdim rüzgarı. Bazen yağmur yağardı. Aldırmazdım. Hayallerim vardı, benim. Büyüdüm, soluk renkler buğulaştı. Daha da soluk oldu. Zaman geçti, görünmez oldu. Belki solmadı, ben fırlatıp attım. Bilemiyorum ama, benim bir zamanlar hayallerim vardı.

Karanlık



Gündüz değil, gece değil, akşamüstüydü
Yağmur değil, kar değil, rüzgar vardı
Rüzgar esti,
Kız ağladı
Daha çok ağladı
Ellerinde sadece,
Gözyaşları vardı
Kelimeler boğazında
Türbülanstaydı
Sesi çıkmıyordu
Konuşamıyor,
Düşünemiyor,
Sadece hissediyordu
Canı acıyor,
Bağıramıyordu
Ellerine baktı
Kan dolaşımı durmuş
Elleri buz kesmişti
Tutunmak isterken
Sendeledi
O an dünya dönüyor,
Gözlerinde buğu
Sonra karanlık
Yalnızca karanlıktı