Elimde hiçbir şey kalmadı, açtım
avuçlarımı bak. Herhangi bir şey yok. Kırıntısı bile yok. Oysa yıllarca,
kırıntılarla doymayı öğrendim, en çok. Ha bir de korkak olmayı. Aza tamah
etmeyen, çoğu bulamaz demişler. Çoktan geçtim, az tükendi. Bitti işte, yok. Bazı
cümleler çok gereksiz. Bazı insanlar da öyle.
Yıllar
yılı, doymasam da "doydum" dedim, doyduğuma inandırdım kendimi.
Ufacık, minnacık herhangi bir şeyin kırıntısını gördüğümde, mutluluktan uçtum.
Etrafıma gülücükler saçarak dolandım, durdum. Soranlara mutluyum dedim. Neden
dediler, sustum.
Onların
isyan ettiği, benim durumumda intihar etmeyi bile düşünebilecekleri şeylerle
ben mutlu oldum. Onlar çoğu azımsadı. Ben azı, çok gördüm. Neden mutlu olduğumu
söylemedim. Söyleseydim, anlamazlardı. Belki akıllarını çıldırırlar, bir daha
kendilerine bile gelemezlerdi.
Nedenini
bilselerdi, acırlardı sanırım. Acıma duyguları, merhametleri yoktur belki. Hiç
merhametlilermiş gibi durmuyorlar. İnsanları yargılamak ya da yadırgamak
istemem. Pek huyum değildir. Benimkisi tahmin işte.
Zaten
bana acısınlar istemem. Hatta tüm korkunç şeyler olsun. Ama kimse bana
acımasın. En çok acınmak, yaralar yavaş yavaş öldürür beni.
Acınacak
bir durumum da yok sahi.Bir sürü kırıntım vardı zamanında. Mutluluğum. Şimdi
hiç yok, arıyorum.
Gocunmuyorum da.
Söz, istediğim olduğunda daha
çoğunu sonra daha çoğunu isteyerek, maymun iştahlılık yapmayacağım.
İnsanım
ben. Biliyorum, bu yüzden inanmak istemiyorsunuz belki. Bu yüzden aklınız
almıyor, olabilir. İnsan hep daha fazlasını ister. Ulaşamadığı, çekicidir. Gözü
hep başkalarında, aklı kıskançlıklardadır. Doğasında var. Yaradılış
meselesi.
Belki
inanmayacaksınız, ben aldırdım o duygularımı. Aldığım nefes, ödülmüş gibi.
Abartmıyorum. Abartıyı sevmem. Her zaman sade giyinmiş, abartıdan
kaçmışımdır.
İnsanlar
da abartılacak varlıklar değil. Yaradılış olarak, bahsetmiyorum. Tabi ki eşsiz
bir mekanizma. Sinir sistemi,solunum sistemi, sindirim sistemi, destek ve
hareket sistemi hepsi görevini çok iyi yapıyor. Tüm organ ve sistemler,
uyum içinde. Büyük senkronizasyon. Şaşılacak, yaradana tapılacak güzellikte.
Bahsettiğim,
insanların birbirinin kuyusunu kazma arzusuyla yaptığı küçük hesaplar,
kıskançlıklar, riyâkarlıklar, türlü dolaplar. Herkes bir diğerinin
düşüncelerini, iç hesaplarını az çok anlıyor. Yine ona gülümsemeye, canım,
ciğerim demeye devam ediyor. Çünkü onun da kendine göre hesapları var. Kulağa
iğrenç geliyor, ama yaşanıyor. Yaşıyoruz.
Eleştirmiyorum, gördüğümü
söylüyorum. Eleştirebilmek, yeti
aslında. Biraz da yürekli bir iş. Sonuçlarını göze almak, biraz korkusuz olmak
lazım. Bazıları eleştirmeyi, ‘ağzına geleni söylemek’ anlamışsa da, böyle
değil.
Düşünerek, tarafsız olarak
diyemem ama tarafsız olmaya çalışarak,
çekinmeden eleştirebilmek her baba yiğidin harcı değil. Zaten baba yiğit de
kalmadı, pek.
Eleştiri, özeleştiri olmadan gül
gibi yaşayıp gidiyoruz. Ağzımızın tadını bozmaya gerek yok. Aman. Gürültüye,
yargılanmaya gelemeyiz ailecek. Bu, böyle.
Yüksek sese, çoğumuz gelemeyiz.
Kırıntı diyordum. Biraz kırıntı
bulsam. Her şeyin kırıntısından istemiyorum. Biraz sevgi kırıntısına ihtiyacım
var galiba. Biliyorum biraz yüz kızartıcı. Biraz da üstten bakılmaya yer
arıyorum. Söylemek garip.
Hepsini istemiyorum. Kırıntılarım
olsun, mutlu olurum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder